Mevsim Sonu
Yahya Kemal’in ‘Mevsim sonu öyle bir zamanki/Gâib bir mûsikîydi sanki’ mısralarını hatırlama vaktidir. Kalbin fağfûrî bir fincana döndüğü vakitler… Bu gâib mûsikîbiraz da mûsikâr çınarların eseri değil midir? ‘Can hümâsı’nı kanatlandıran, yeryüzünü yeni yaratılmış gibi hissettiren, bitişle başlangıcın amansız bir melankoliyle lehimlendiği, sırtımızı eprimiş bir çınar gövdesine yaslayıp o sonsuz Gül’ü düşündüğümüz vakitler… Çünkü insan ‘Hayâlinden bakar pûşîde-i evrâk olan havza’. Çınar yapraklarının şehri süslediği için süpürülmediği bir şehirde…
Türkü
Bir Anadolu türküsündeki ‘Çınar olsam bin yaşında’ dizesini Baudelaire’in ‘Sanki bin yaşındayım, o kadar hatıram var’ dizesine lehimleyen bir şeyler var içimde. Bin yaşında bir çınardan ve onunla nerdeyse aynı yaşta bir zeytin ağacından daha saadet veren bir ‘şey’ tanımıyorum. Nâzım’a nazire olarak ‘Ben bir çınar ağacıyım’ diyebilsem, ‘Ben bir çınar ağacıyım bin yaşında’. Binlerce yaprağım var, binlerce hatıram var… Binlerce kederim var, binlerce sevincim… ‘gövdem otuz kuşun tüyü’, gölgem hülyâlıların buluştuğu bir yer, dallarım yakarmak için göğe açılmış birer kol, yapraklarım ufuklardan uzanmış bir el olmasa da bin yaşındaki bir çınar gibi duysam kendimi… O çınarın kalbi, elf leyle ve leyle…
Bir Kütüphane Düşü
Ortasında, evet, tam ortasında, iri gövdeli ve sayısız yaprağı olan ulu bir çınarın olduğu bir kütüphane düşlüyorum. Her dalına insanlığın anıt eserlerinin asıldığı, her yaprağın o eserlerle ilgili yazılmış birer kitabı temsil ettiği görkemli bir kütüphane… Yeni oluşmaya başlayan ama, Marlowe gibi ‘kitaplarımı yakacağım –ah Mefistofele’ cümlesini söyletebileceğim bir ‘kahraman’ olmadığı için ‘kitaplarımı yakacağım ey okur!’ tehdidiyle ‘yok-olma’ tehlikesini ya da ihtimalini okura hissettirdiğim bir kütüphane… Kapısında ‘Ben okumasını bilmem’ yazan bir kütüphane… Muhayyilemi daima İsa’yı emziren Meryem gibi beslediğini derinden hissettiğim çınarların bir gün beni en amansız düşlere gark edeceğini nereden bilebilirdim? Kendini bir düşleyen olarak düşlemek; orada, ortasında, evet tam ortasında, iri gövdeli ve sayısız yaprağı olan ulu bir çınarın gölgesinde…
Ahmet Paşa’nın ‘Çınar’ı
Lirik Divan şiirinin ustalarından Ahmed Paşa’nın en sevdiği ağaçtır çınar. Beyitlerin çoğunda çınarı, el açıp sevgiliye duada bulunan âşık olarak hayal eder şair:
Sûsen dil uzaduban okur zülfüne senâ’ El götürür çınar boyuna duâ’ için Ben şimdi hangi çınarım, kim için dua ediyorum ve ne kadar şairim? Çünkim çınar gibi götürdüm niyâza el Zâriyle baş açıp yüzün ol serv-i nâza tut Ben şimdi hangi çınarım, yüzümü hangi aynaya tutuyorum ve ne kadar şairim? Bazen de kolunu sevgilisinin boynuna atmış âşıktır çınar: Nâz ile çınar attı kolun boynuna servin Bir yerde iki ‘âşık u ma’şûk idi gûyâ Âşık ve maşûk; çınar ile servi. Böyle bir mesnevî mi yazsam? En Güzel Bahçe
‘Gardens were before gardener sand but some hours after the earth’ diye yazmıştı Sir Thomas Browne 1658’de ‘The Garden of Cyrus’ta (Kyros’un Bahçesi); Cennet, insanlar oradan kovulmadan önce en güzel bahçeydi. O ‘bahçe’de ‘çınar’ var mıydı diye soramadan edemiyor insan. Evet, çınar var mıydı o bahçede? Yahya Kemal’in ‘gurûba karşı son bahçelerinde’ vardı; Tarancı’nın târümâr bahçelerinde bile… İçinde çınar olmayan bahçeye ‘bahçe’ denebilir mi? O bahçeden geçen sabâ ‘âteş’ kesilebilir mi? Şair ‘ben hep bahçelerde aradım zamanı’ diyebilir mi?
Bursa’da Çınar Düşleri
Tanpınar, o ‘hülyâ adamı’, müstesnâ kitabı ‘Beş Şehir’in bir yerinde şöyle der: ‘Gelenekler, arkasından başkaları geldiği için veya kendilerine ihtiyaç kalmadığı için giderler. Fakat asırlık bir ağacın gitmesi başka bir şeydir. Yerine bir başkası dikilse bile o manzarayı alabilmesi için zaman ister. Alsa da evvelkisi, babalarımızın altında oturdukları, zamanın kutladığı ağaç olamaz.’ ‘Asırlık ağaç’ deyince kimin aklına ‘çınar’ gelmez ki? Ve ‘zamanın kutladığı’… İkinci bir zamanın…
Çınar, Tanpınar’ın en sevdiği ağaç. Çınarlar, o sevdiği için daha da güzel. Artık hayâl ağaç olarak anmaktan öteye geçemediğimiz ‘Duaçınarı’nın adını taşıyan semt daha bir aydınlık. ‘Pirinç Hanı Çınarı’ o ‘gülgûnpiyâle’yi tutmuş ve yanmış. ‘Kovuk Çınar’ hâlâ ulûfe dağıtıyor ‘etfâl-i çemen’e. O ‘hayat ağacı’nı andırıyor ‘Dudaklı Çınarı’. Sonsuz bir ânı içeriyor ‘İnkaya Çınarı’. Sanki hâlâ Geyikli Baba’nın omzundan gölgeliyor dünyayı ‘Kavaklı Çınar’.
Eşrefoğlu’nun Çınarı
İznik’te, Dâvûd-ı Kayserî’nin adını taşıyan sokakta bir çınar ağacı. Yan bahçedeki nar ağacının elinden tutmuş. Yahut da el vermiş ona. Bâkî’nin o hazan gazelini bu çınarı görmeden nasıl da gafletle okumuşum. Eşrefoğlu’nu bu çınarı görmeden nasıl da yavan sevmişim. İnsana dünyayı taşıyabileceği hissini veren bir gövde, kemâle ermiş dallar ve yaprak denizi.
Zeytin isimli bir köpek. Sahibi sesleniyor ona. Nereye gitti? Bu çınarın gölgesinden başka sığınacak neresi var ki?
Zeytin dediysem kara ya da yeşil olduğunu düşünmeyin Zeytin’in. Sarı, toprak sarısı. Çınar yaprakları gibi. Sarı Saltuk gibi.
Yapraklar arasından kendini gösteren o mor, küçük çiçekler de ne?
Budanmış güller… Onlar ne zaman açacak? Geceyi burada mı geçirmeli? Bize de dile gelip şahitlik eder mi bu koca çınar, Rabbim, bu kulun o gece sadece seni düşündü, sadece seni andı ve sadece senin için gözyaşı döktü diye?
Bir Şiir, Bir Şarkı
Eski bir şarkı. Turgay Fişekçi’nin şiiri. Yeni Türkü’den dinlemiştim. Şöyle diyordu:
‘Gözyaşlarım akıp boğmadan bu şehri/İşte yine gidiyorum/Çınarlar/Bir çifti bir şehre güzel demeye yeter/Yine sana kalıyor.’
Öyledir, bir çift çınar, bir şehri güzel kılmaya yeter. Hele o şehre veda edilirken, o çınarlar bir sevgiliye emanet ediliyorsa.
‘Eylül Diye Bir Mevsim’
Oktay Akbal’ın ‘Eylül Diye Bir Mevsim’ başlıklı denemesinde hüzünlü şeyler var. Şunun gibi: ‘İşte bitti bir yaz daha. Eylül geldi. Tuhaf bir aydır bu eylül. Daha ağustos ortasında girer yaşantısına. Sanki eylül ayı ağustosun ortasından eylül ayının ortasına kadar sürer. Ne kıştır, ne yazdır, ne güzdür, ne ilkyazdır. Bir mevsimdir o, apayrı bir mevsim. Eylül diye bir mevsim olmalıydı. Bir aylık bir mevsim.’ O bir aylık mevsimin ağacıdır sanki çınar. Sanki yaprakları dökülsün de şehri altın bir mevsime dönüştürsünler diye vardırlar; sarı zamana…
Yazar : Ercan Yılmaz
Çizer : İpek Keylansoy